Mayıs sonu itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün verilerine göre, dünya genelinde virüs bulaşan insan sayısı 6 milyonu bulurken ölen hasta sayısı 400 bine yaklaştı. Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve yayılmaya başlayan yeni tip korona virüsü, Çin’in yaklaşık 60 milyon insanı karantina altına almasıyla, dünya geneline göre görece daha kısa sürede kontrol altına alınabildi.
Ayrıca daha önceki yıllardan kalma salgın hafızası halen canlı olan halkın da alınan önlemlere gönüllü desteği, süreci olumlu yönde etkiledi. Böylece 8 Nisan’da Vuhan’daki karantinanın kaldırılmasının ardından Çin’de hayat yavaş yavaş normale dönerken, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere neredeyse tüm dünyada salgın yayılmaya devam ediyor. Haziran itibari ile, Amerika’da ölü sayısı 100 bini geçerken Avrupa’da en yüksek rakamlar İngiltere, İtalya, ve Fransa’da sırasıyla 38 bin, 33 bin ve 28 bin olarak kaydedildi. Türkiye’de ise ölü sayısı henüz bu kadar artmış değil, fakat vaka sayılarındaki yükseklik ve alınan önlemlerdeki kararsızlık endişeleri de beraberinde getiriyor.
Vuhan’daki vahşi hayvan pazarından yayılmaya başladığı düşünülen ve yarasadan insana bulaştığı doğrulanan korona virüsün kaynağına yönelik birçok senaryo ortaya atıldı. Bazıları virüsün, Vuhan Viroloji Enstitüsü (VVE)’ndeki güvenlik önlemlerindeki eksiklikten dolayı yayıldığını iddia ederken, kimileri virüsün bir biyolojik savaş aracı olarak bilinçli bir şekilde üretildiğini savunuyor. Kimileri ise Vuhan’daki labaratuvar çalışmaları sırasında kullanılan hayvanların vahşi hayvan pazarında satılması sonucu insanlara bulaştığını iddia ediyor.
Bu konuda ABD Başkanı Donald Trump ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo virüsün Çin’de bir laboratuvarda üretildiğine dair kanıtlar gördüklerini iddia ederken, Pekin iddiaları tamamen reddediyor. Hatta hükümet yanlısı yerel basında aslında virüsün Çin’den önce Fransa, İtalya, İspanya ve Amerika gibi ülkelerde görülmüş olabileceği fakat koronavirüs olarak tanımlanamadığı iddiaları yer alıyor.
VVE’ye yönelik suçlamalara karşı, Vuhan Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı Direktörü Zhiming Yuan, VVE’nin Avrupa ve Amerika’daki laboratuvar standartlarından farklı olmadığını, halihazırda zaten uluslararası işbirliklerinin bulunduğunu ve dolayısıyla her zaman şeffaf ve açık olduklarının altını çizdi. Ayrıca 2015 yılında VVE’nin, Çin’deki BSL-4 seviyesinde, en üst düzey güvenliğe sahip ve dünyanın en tehlikeli patojenlerinin dahi incelenebileceği ölçüde güvenli bir labaratuvar olduğunun, Amerika’daki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi tarafından onandığının da not edilmesi gerekiyor.
Yapılan açıklamalarla birlikte, yayınlanan bilimsel çalışmalar da virüsün laboratuvarda üretilmiş olmasının mümkün olmadığını vurguluyor. 17 Şubat’ta, kamu sağlığı alanında çalışan ve salgını başından beri yakından izleyen 27 bilim insanı ortak bir bildiri yayınladı ve halk sağlığını bu şekilde tehdit eden komplo teorilerini ortaya atanları, yayınlanmış bilimsel çalışmaları da referans vererek kınadıklarını açıkladı. Mart 2020’de yayınlanan bilimsel bir makaleyle, virüsün gen dizilimini inceleyen uzmanlar virüsün laboratuvarda üretilmiş olduğu iddialarını tamamen çürütürken, bu salgının 7. koronovirüs salgını olduğunun da altını çiziyor.
Koronavirüs sadece son 20 yılda biri Çin’de ortaya çıkan SARS-CoV ve bir diğeri Suudi Arabistan’da ortaya çıkan MERS-CoV gibi iki pandemiye daha sebep olurken, aynı tarihlerde başka salgınların da farklı coğrafyalarda ortaya çıktığı görülüyor.
21.yy’da Salgınlar
2020’ye girdigimiz günlerden bu yana COVID-19 dünyanın en önemli gündem başlıklarından birini oluştururken, 3 yıl öncesine gittiğimizde 86 ülkeye yayılan Zika virüsünün dünya gündeminde önemli bir yer tuttuğu görülüyor. Bir sinek türünden bulaşan bu salgın daha çok Amerika ve Karayipler’de yayıldı ve özellikle bu yıllarda doğan çocukların kafa büyüklüğünün normalden küçük olmasına ve beyin gelişiminde belli sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. 2014-2016 yıllarında ise bu kez Afrika’da ortaya çıkan Ebola salgını ortalama %50 – %90 öldürücülük oranı ile 11,3 bin kişinin ölümüne sebep oldu.
Biraz daha geriye gittiğimizde, 2012 yılında Suudi Arabistan’da ortaya çıkan MERS-CoV’un ise insanlara develer aracılığıyla bulaştığı biliniyor. 27 ülkeye yayılmış olan virüs %35.5 öldürücülük oranı ile toplamda 858 insanın ölümüne sebep oldu. 2009 yılına gelindiğinde ise Türkiye gündemini de oldukça meşgul eden domuz gribi, normalde domuzlar arasında dolaşım gösteren ve insana bulaşma ihtimali olmayan bir virüsün insana bulaşmasıyla Amerika’da ortaya çıktı ve 78 ülkeye yayıldı. Soğuk algınlığı benzeri belirtiler gösteren salgın tahminlere göre en az 150 bin insanın hayatına mal oldu. Son olarak, 2000’li yılların başında görülen SARS-CoV’un da insana yarasa veya misk kedisi (civet cat) yoluyla taşındığı tahmin ediliyor. 26 ülkeye yayılan bu virüs ise %10 öldürücülük oranı ile 774 insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu.
Bu bilgilerden hareketle, yakın dönem salgınların Asya’dan Afrika’ya, Orta Doğu’dan Amerika’ya birçok farklı coğrafyada ortaya çıktığı anlaşılıyor. Geçmişe oranla, gelişen sağlık ve iletişim teknolojileri, bu salgınların daha hızlı kontrol altına alinabilmesi ve dolayısıyla ölü sayılarının görece daha az olması sonucunu doğuruyor. Önceki yıllardaki salgınlar incelendiğinde ise çok daha farklı bir senaryo karşımıza çıkıyor.
Tarihteki En Ölümcül Salgınlar
Birinci Dünya Savaşı yıllarında görülen ve dünya tarihindeki en ölümcül salgınlardan biri olarak kayıtlara geçen İspanyol gribi, sadece bir yılda 50 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Dünyanın en ölümcül savaşlarından birinin ardından gelen salgın, dünya nüfusununun üçte birini etkisi altına aldı ve savaştan daha fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu.
Diğer akla ilk gelen salgınlardan biri olan kara veba ise sadece 5 yılda Avrupa nüfusunun %30 – %50’sini yok etti, öyle ki Avrupa nüfusununun salgın öncesi rakamlara dönmesi 200 yıl sürdü. Benzer şekilde 6.yy’da ortaya çıkan Justinyen vebasının da 100 milyon insanın ölümüne sebep olduğu tahmin ediliyor. Kontrol altına alınması 200 yıldan fazla süren vebanın, daha çok Bizans İmparatorluğu topraklarında yayıldığı ve o dönem İmparatorluğun başkenti olan Konstantinapol’de (günümüz İstanbul’u) salgının zirve yaptığı dönemde, her gün 5 bin ile 10 bin arasında insanın öldüğü iddia ediliyor.
Sonuç olarak, tarihsel süreç incelendiğinde, bu tür salgınların tamamının hayvanlar aracılığıyla insanlara bulaştığı görülüyor. Bu demek oluyor ki insanoğlunun doğayla ve doğal yaşamla iletişimi devam ettiği sürece bu tür salgın ihtimalleri de her zaman var olacaktır. Dolayısıyla bundan sonraki sürece yönelik, hem salgını ortaya çıkaracak sebeplerin ortadan kaldırılması hem de ortaya çıktıktan sonra alınacak önlemler hayati önem taşıyor.
Salgınların ortaya çıkışını engelleme konusunda, SARS-CoV’u ilk keşfeden ve günümüzde Korona araştırmaları konusunda önde gelen bilim insanlarından biri olan Zhong Nanshan, vahşi hayvan ticaretinin sona erdirilmesi, hijyen teknolojileri konusunda uluslararası işbirliğinin arttırılması, hastalık kontrol merkezlerinin işlevselliklerinin geliştirilmesi ve DSÖ gibi küresel örgütlerin potansiyel salgınlara yönelik kapasitesinin geliştirilmesi gibi yapılacak daha çok şey olduğunu söylüyor.
Sonrasında atılacak adımlara yönelik ise, 2015 yılında Ted Talks’taki bir konuşmasında Bill Gates, dünyanın bir pandemiye hazır olmadığını ve bunun için sağlık sistemlerinin iyileştirilmesi, tecrübeli sağlık ekiplerinin yetiştirilmesi, askeriyenin hareket kabiliyetinin sürece entegre edilmesi, simulasyonların yaygınlaştırılması ve ARGE çalışmalarının arttırılması gibi faaliyetlerin vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi gerektiğini söylüyor.
Her ne kadar gelişen teknolojilerle ve alınan önlemlerle salgınlar geçmiş yıllara göre daha kısa sürede kontrol altına alınabilmişse de günümüzde birçok ülkede imkânların yetersiz kaldığı yeni tip korona virüs salgını, sadece 5 yıl sonra Bill Gates’i doğruluyor.