Ekonomik açıdan zayıf, siyasi olarak bölünmüş ve sağlık sistemleri can çekişen Balkan ülkeleri, dünyada salgına en hazırlıksız yakalanan bölgeler arasında yer alıyor. Salgının başladığı andan itibaren Bölge ülkelerinde sağlık malzemesi ve sağlık personeli sıkıntısı baş gösteriyor.
Balkan ülkeleri, COVID-19 ile mücadele kapsamında ihtiyaç duyulan sağlık malzemelerini kendileri üretemedikleri için bu malzemeleri dışarıdan satın almak istedi. Ancak bölge tam bu noktada, son zamanların en büyük şoklarından birini yaşadı. Zira Avrupa Birliği (AB) kendi sağlık sistemini korumak için yurt dışına yardım malzemesi satışını durdurdu. Hal böyle olunca Balkan ülkelerinin en yakın adresten maske, test kiti, dezenfektan gibi sağlık malzemelerini alma ihtimali ortadan kalkmış oldu.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç, “AB bir masalmış, kâğıt üzerinde bir hikâyeymiş” diyerek durdurulan satışlara karşı tepkisini dile getirirken, beklenen yardım çok gecikmeden başka adreslerden gelmeye başladı. Çin, Rusya, Türkiye ve Macaristan’ın sağlık malzemesi ve başkaca yardımlar taşıyan uçakları, arka arkaya Balkan başkentlerine iniyor ve bu uçaklar üst düzey siyasiler tarafından karşılanıyordu. Ve söz konusu bu yardımlar medyanın ana gündem maddesi haline geliyordu.
Güçlü ülke imajı çizmek:
Yardımları yapan bu ülkelerde de, yeni tip koronavirüsüne yakalananların sayısı ve ilintili ölümler bağlamında durum pek parlak değil. Ancak yine de ilgili ülkeler, bu yardımları, büyük törenler ve medya gösterileri eşliğinde yapmaktan geri durmadılar. Son açıklamalara göre, salgından en fazla etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye, aralarında Bosna, Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Kosova ve Bulgaristan’ın da olduğu 55 ülkeye yardım gönderdi. Çin ise en uzak pasifik ada ülkelerine dahi yardım yollamaktan imtina etmedi.
Bu yardımların ortak noktası; “Dost, kara günde belli olur” ya da İngilizcesi ile “Friend in need is a friend in deed” söyleminin üzerine kurulu olması ve bu şekilde bir algı yönetilerek yumuşak güç unsurları ile etki alanlarını arttırmayı amaçlaması. Dahası bu ülkelerin tamamı; giderek otoriterleşen yönetimlere sahip ve uluslararası arenada da kendilerine alan açmayı hedefliyor. Çin ve Rusya gibi ülkeler dünya liderliğine oynarken, Macaristan ve Türkiye gibi görece daha küçük güçler ise eski imparatorluk günlerini yeniden kazanmaya çalıştığını göstermek istiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nden seçilen Meclis Başkanı Mustafa Şentop “Türkiye’nin yardımsever eli daima Balkan ülkelerinin üzerinde olacak” derken esasında buna gönderme yapıyordu. Korona krizi sonrasında yeni bir dünya düzeni oluşacağı ve bildiğimiz siyasetin, ekonominin ve toplumsal yapıların değişeceğinin farkında olan ülkeler, bu tarz yardımlar ile yeni dönemde “Ben de varım!” diyerek var olan uluslararası düzene meydan okuyorlar. “Türkiye, kriz sonrası kurulacak yeni dünya düzeninin merkezinde olmayı başarmıştır” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu amaca göndermede bulunuyordu.
Elbette, Batı dünyasının dizayn ettiği mevcut uluslararası düzene en iyi meydan okunacak yer; Avrupa’nın arka bahçesi sayılan ve dünya siyasi tarihinde büyük olayların daima kıvılcımlarının yakıldığı Balkanlar olacaktı.
İç siyasete malzeme kazandırmak:
Bu yardımların gönderilme ve kabul edilme şeklinin bir diğer nedeni ise, ekonomik anlamda giderek zor durumda kalan, salgının derinden etkilediği ve hükümetlerin cevap vermekte zorlandığı siyasi ve sosyal sorunların baş gösterdiği; iç siyaset. Yardımları yollayan ülkeler, yardım yapabilecek kadar güçlü oldukları, krizden en az şekilde etkilendikleri ve AB’nin bile aciz kaldığı dönemde harekete geçtikleri algısı ile iç siyasette bir nebze de olsa algıları değiştirmeyi ve milliyetçi ve emperyal bir söylem ile destek bulmayı amaçlıyor.
Yardım uçaklarına bizzat eşlik eden ve gittiği her Balkan başkentinde basın açıklamaları yapan Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, Üsküp’teki basın açıklamasında birçok AB üyesi birçok ülkeyi, Macaristan’ın koronavirüsü nedeniyle meclisten geçirdiği, hükümete geniş yetkiler veren yasa hakkında “haftalarca mutlu bir şekilde yalan söylemekle” suçlarken, Macaristan’ın, bir hafta içerisinde Balkan ülkelerinden gelen yardım taleplerini karşıladığını gururla dile getirdi. Uzun zamandır otoriterleşmekle ve AB değerlerinden uzaklaşmakla suçlanan Viktor Orban hükümeti, kriz sürecinde parlamentoyu devreden çıkararak geniş olağanüstü hal (OHAL) yetkilerini hükümete vermiş ve oldukça tepki çekmişti.
Yardımları kabul eden ülkelerde de durum çok farklı değil. Yardımlar en üst düzey siyasetçiler tarafından büyük törenler ile karşılanırken, “Çin, Sırbistan’ın ve Balkanların yüzlerce yıllık dostu” gibi gerçeklik payı olmayan açıklamalar ile AB’den ve değerlerinden giderek uzaklaşan siyasiler kendi siyasetlerine malzeme oluşturmaya çalışıyor. Dahası yardımın nasıl dağıtılacağı, yardımı kimin almayı başardığı gibi gereksiz tartışmalar da ülke gündemlerini meşgul ediyor. Örneğin Macaristan’ın, devletin ve iki entiteden birinin başkenti olan Saraybosna’ya ve Bosnalı Sırpların yönetimsel başkenti Banja Luka’ya iki ayrı yardım paketi yollaması, Bosnalı Sırpların bir kez daha ayrılıkçı taleplerini yenilemesine fırsat tanıdı. Türkiye’den gelen yardım konusunda ise Bosnalı Sırp ve Boşnak siyasiler, gazetelere Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefonda bizzat kendilerinin konuştuğunu ve bu sayede yardım almayı başardıklarını iddia edebiliyordu. Pek tabii, bu tarz tartışmalar medyada salgın ve yardımların da önüne geçiyor.
AB, uzun zamandır Balkanların en büyük siyasi ve ekonomik destekçisi. 90’lı yılların kanlı savaşlarından sonra “AB üyeliği ve AB reformları” bu ülkelerin demokratikleşme sürecinde en önemli siyasi hedef oldu.
Yaptıkları yardımlar ile adından söz ettirip etki oluşturmaya çalışan devletler, ekonomik yatırım, yardımlar ve hibeler konusunda da AB’nin çok gerisinde geliyor. Nitekim AB de kısa bir süre sonra Balkan ülkelerine sağlık sektörünün ihtiyaçlarının karşılanması için 38 milyon avro ve salgının sosyo-ekonomik etkilerini azaltmak için 374 milyon avro yolladı. Ancak yine de AB tarafından yapılan bu yardım, yardım paketlerinin içeriği ve maddi karşılığının ne olduğu, Çin ve Türkiye gibi söz konusu ülkelerden gelen yardımlar kadar ne medyada ne de siyasilerin söylemlerinde yer buldu.
Balkan ülkelerinin, AB’nin uzun süredir karar veremediği genişleme süreci ve milliyetçi ve otokratik siyasetin yükselişi nedeniyle AB’den en azından söylem düzeyinde uzaklaşmış bulunması bu durumun birinci sebebi gibi duruyor. AB yardımlarının ses getirmemesinin bir diğer nedeni ise AB’nin kamu diplomasisini bir türlü bu ülkeler kadar kullanamaması ve kendi iç siyasetlerine kapanmış algısı oluşturması.
Kısacası, Batı’nın süreci kötü yönetmesi, Balkan hükümetlerinin gelen yardımları siyasi malzeme olarak kullanmaya çalışması ve tıbbî yardımda bulunan ülkelerin söz konusu yardımları, bölgede, uluslararası siyasette ve kendi iç siyasetlerinde nüfuz alanlarını arttırmak için kullanması sonucu Balkanlar, tarihte birçok kez olduğu gibi yeniden birçok gücün “oyun alanı” haline gelmiş bulunuyor. Yapılan yardımlar ve yaşanan kriz geride kaldığında konuşacağımız şey; AB’nin etkisinin azalması ve Balkanlar’da giderek otoriterleşen hükümetlerin otokratik ve liberal olmayan ülkeler ile kurdukları ilişkiler olacağa benziyor.